HİMMET KARATAŞ

Bir Varmış Bir Yokmuş

HİMMET KARATAŞ - Bir Varmış Bir Yokmuş

Kırık Ayna


mevsimler elbiselerden önce değişir
üşüyünce sobalı evlere gizlenir şehir
insan hangi cevaplarla çıkarsa muammadan
zamanın kıyısına yeni sorularla çıkagelir

 

yüz yıllık bir nehri uyandırır da yağmur
ruhum sonsuz uykularda kaybolur
kentin kederli sokaklarında insanlar
geceye rengârenk bir hayâl bırakır

 

acıyla aşk aynı satırlara yazılır
yaralar kabuk bağlar ağaçlara
bense erik ağacından sonra
yine aldanırım göçmen bir bahara

Ahmet Yılmazefe  , Nisan 2021

Mevsimlik Sızı

nisandı
hep yağmura yazdı hüznünü

betonla boğulmuş toprağın
gülde sürgün veren gamzeyi

yaralı bir gülüşle yaktı çocuk

 

ama gitmedi
şehrin göğsündeki sızı
yalın bir yalnızlıktı bu
kalabalıkta kahırlanan

uzak bir nisandı
insan
kendi kıraç çölünde
yağmur şarkıları söyleyen
tuhaf bir liman

Himmet Karataş

Çocuk Eğitiminde Masalın Önemi

Önce masal vardı.

Sonra yaşandı her şey.

Bir Anka kuşunun kanatlarında uçup giderken çocukluğumuz, eski bir düş gibi öylece kaldık hayatın ortasında. Aramaklı gözlerle geçtik sokaklardan. Yorgun bir günün sonunda, akşam karaltısıyla buğulu bir pencereden bir ses duysak:

“Bir varmış, bir yokmuş,

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde,

Pireler berber iken, develer tellal iken…”

Nasıl bir rüzgâr geçer içimizden, külleri Kaf Dağına kadar savrulan?

Hangimiz yolu çocukluğuna çıktığında,  bir masal anısıyla karşılaşmaz?

Katlanmış yorganların naftalin kokan ağırlığı bile uçar giderdi pencereden. Kanatlanan yüreğimiz köyden uzaklara uçar, harman yerlerine konaklardı. Nerede bir büyük ağaç görsek kovuğundan bir Keloğlan çıkacaktı, ya da bir kurt; gözlerinde son kıştan kalma bir ayazla karşımıza dikiliverecekti. Ya da ninemizin o mavi çaydanlığı, kömürde demlenirken çıkan buhar acaba gökyüzüne çıkıp  “dile benden ne dilersen!” mi diyecekti?

Masallarla iç içe geçen çocukluğumuzda , daha sonra karşımıza çıkacak her türlü güçlüğü yenecek kadar güçlendik aslında. Hayal kurduk, gerçekler elimizde kaldı.

…….

Himmet Karataş ,10.05.2021


 O halde Masallar :

Çocuğun hayal gücünün farklılaşmasına, ufkunun genişlemesine yardımcı olur.

Kelime hazinesinin zenginleşmesine, yeni kavramların hızlıca öğrenilmesine katkı sağlar

Merak duygusunu ve soru sorma yeteneğini geliştirir.

Çocuğun dinlediği masallarda “neden-sonuç” ilişkisi kurma becerisi geliştirir.

Korkularını giderir.

Özlemlerini ifade edebilmesine, karşılaştıkları güçlükler karşısında kendiliğinden çözüm bulmasına katkı sağlar.

Çocuğun kişiliğini geliştirir.

Çocukların kendi sorunlarını anlatılan masallar aracılığıyla ciddiye alınarak çözüme kavuşturulduğunu görmesine de katkı sağlar.

Çocuklar masallarda kendilerinde güvenli hisseder.

Masallar çocukların geleceğe her zaman ümitle bakmalarını sağlar.

Masallarda iyiler mutlaka kazanır 🙂

Kötülük eden kötülük bulur 🙂

Kuşların Öyküsü

kırılgan kuşlar vardı tarih

şeritlerinden yansımalarla çoğalan

kendilerine dünya haritasında

çorak bir plato seçen

kırılgan kuşlar ki

kanatlarında taşırlardı hep

mavi bir uçuşun

vadilerdeki yankısını

 

ve kuşlar vuruldular

sisli su kenarlarında

kırılgan tarih şeritlerini

saydam bir tabakayla kuşatan

kuşlar

 

Himmet Karataş

(Yedi İklim, Temmuz 1998)

 

Tanpınar Edebiyat ödülleri sahiplerini buldu

KEPEZ Belediyesi’nin, masal türünde bu yıl 5’incisini düzenlediği Ahmet Hamdi Tanpınar Ulusal Edebiyat Yarışması’nın ödülleri sahiplerini buldu. Bu yıl çocuk, doğa ve hayvan temasında düzenlenen edebiyat yarışmasının  ödül törenine Kepez Kaymakamı Hamdullah Suphi Özgödek, Kepez Belediye Başkanı Hakan Tütüncü ve edebiyata gönül vermiş çok sayıda usta isim katıldı.Başkan Tütüncü yarışmada görev alan jüri üyelerine çiçek, dereceye girenlere de ödüllerini takdim etti. 5. Ahmet Hamdi Tanpınar yarışmasında birinci Serkan Erden, ikinci İbrahim Şaşma, üçüncü Himmet Karataş oldu. Başkan Tütüncü, dereceye giren ilk 20 eserin yer aldığı ‘Zaman Zaman İçinde’ adlı kitabı imzaladı. 01.06.2019

Pencereden bahar geldi

Bütün resimlerin gerçekliği tartışılırken… Toprak kabarıyor .

Reklam arası bir nefes alıyor hayat.

Gri bir gökyüzüne dönüyor albümler. Çocukluğunu ararken bir ağaç

Ha yağdı ha yağacak yağmur! Bir telaş kasırgası geçiyor kaldırımdan.

Bir güzel uyanacak yeryüzü uzun ve beyaz uykusundan.

Uyanacak, yüzyıllık masalları ocak başlarında bırakarak

Bütün canlılar –  börtü böcek – tebessüme duracak

Bahar geliyor!

Bundan güzel muştu olur mu yeryüzünde?

Yağmur, nazlı bir gelin gibi mi getirir baharı?

Bütün mahalle çocuklarıyla beraber dizilsek yollarına

Güzelliğinden bir parça olsun dağıtır mı bizlere?

 

Yeryüzü uykusundan uyanmış. Ayakta karşılıyor baharı

O çok uzaklardan gelmiş olmalı. Simurg’un ülkesinden…

Bekleyenleri olduğunu görünce unutuveriyor yorgunluğunu.

Leylak kokan ellerini dağıtıyor bütün yolculara.

Çocuklara da biraz yağmur… Çikolata tadında.

Herkes büyülü bir güzelliğe bürünüyor. Bu hoşuna gidiyor insanların

Durakta bekleyenler vazgeçiyorlar tramvaya binmekten.

İşe gitmekten, çekiç sallamaktan, kaporta boyamaktan…

Bankalar arası işlemlere ara veriliyor.

Çayını tazeliyor makinist. Boynundan bir gevşeme yayılıyor tüm bedenine

Kalabalığı kontrol edemiyor şehrin asayiş sorumluları.

“ Bu izinsiz bir gösteridir! ” diyor memur. “ Dağılın! ”

Herkes gökyüzüne bakıyor…Bir de ağaçlara.

Tepeden tırnağa hayrete bürünmüş ağaçlar

Sevinç şarkıları söylüyor rüzgâra.

“ Yağmur yağacak! ” diyor kalabalık hep bir ağızdan.

“ Bahar geliyor! ”

Paneller, konferanslar ve konserler düzenleniyor bir çırpıda.

“ Bahar ” temalı kitaplar imzalanıyor.

Baharın adsız kahramanları çocuklar ve kuzular, bir dere kenarında toplanıyorlar. Bir dostluk bildirisi çıkıyor bu toplantıdan.

Artık suyu bulandırmıyor kurt. Kuzulara beyaz bir bayrak oluyor gölgesi.

Birdenbire açıyor gelincikler, papatyalar,  laleler ve sümbüller…

“ Baharın belirtileri ” işleniyor Hayat Bilgisinde.

Ve bütün şehir leylak kokuyor zil çalınca.

Zil çalınca çiçeğe duruyor badem ağaçları.

Dalgalar kıyılara aşkla çarpıyor.

Dalgalara karışıp büyüyor umutlar.

 

Bir ressam penceresinden fark ediyor baharı.

Fırlatıyor tuvalini pencereden, fularını çözüp asıyor tavana.

Resmini tamamlamıyor! Vazgeçiyor hayallerinden.

Bütün renklerini terk ederek gelincik tarlalarına yürüyor ressam.

Kırmızılar çoğalıyor gözlerinde…

Asla çizemediği bu resmin tam ortasında ölmek istiyor.

Eli kulağına gitmiyor, kulağını bulamıyor ressam!

Koşuyor gözleriyle gök kuşağının altına!

Sonra uçuyor gözleri kanaryalar ve kelebeklerle…

 

Bütün gazeteler ‘bahar nedeniyle çıkmıyoruz’ diye yazıyorlar

‘Bahar insanlık için de gelir aynı zamanda.’

Baharı unutturacak bir gündem maddesi bulunamıyor nihayetinde

Geçtiği her yüreği bir çiçek tarlasına dönüştüren baharı…

Konya, Nisan  1994 ( Yedi İklim )

Güz gülleri gibi 

         kasımpati                

Aylardan nisanı severim en çok… Bütün tabiat yeniden uyanır.

Kırlar yeşillenir, aşka yürüyen ağaçlar rengârenk çiçeklere bürünür.

Her şey “yeniden doğuşu” işaret eder sanki.

Zaten bahardır, çiçek tasvirine gerek bırakmaz ısınan toprak…

 

Bu günlerde kasımpatılar geçiyor penceremin önünden… Hiç gelmeyecek bir yolcuyu bekliyormuş gibi, yorgun ama umutlu. Yerin acısını sağaltmak için yol bulmuş, mavi göğe karşı durmuş…

Sallanıp duruyorlar, kuzey rüzgârlarında…

Yüzlerinde uzak, doğu memleketlerinden bir muştu…

 

Kasımpatılar…

Sonbahar çiçekleri… Yaşanmamış aşklar gibi dokunaklı.

Geç kalmış bir yolcu gibi müjdeli…

Yeryüzü kara kışa dönerken yüzünü, son bir umut gülümsüyor kasımpatılar.

Umut fakirin ekmeği… Umuda bürünüyoruz biz de.

 

İki tipi arasında güneş açarsa nasıl sevinir insan?

Nasıl umutla dolar yüreği?

İşte böyle bir şey sonbaharda çiçek açtığını görmek…

 

Karabulutların dolaştığı gökyüzüne güneşi andıran yüzüyle pencereme bakan kasımpatılar, dalından düşmemek için direnen yaprakların da umudu oluyor.

Her fırtınada bir direniş türküsü uğulduyor ıssız dallarda.

Kasımpatıların söylediği şarkı bu, işitiyorum…

 

O halde şehrin eprimiş ritminden çiçeklerin şarkısına geçebilirim. Varsın yüzyıllık kısır döngüler altında unutsunlar kasımpatıları.

Baharın son çiçeği, bir umut olup dolduruyor şehrin karanlık boşluklarını.

 

Çiçeklerin şarkısıyla arınan şehirler elbet bayram sabahı gibi karşılar her yeni günü.

 

Himmet KARATAŞ

 

Mistik Yolcu Şubatta aramızda…

mistikyolcuR

İbrişim Kitap, Yazarından Himmet Karataş’ın “Mistik Yolcu” adlı öykü kitabı ile yayın hayatına yeni eserler kazandırmaya devam ediyor. 01 Șubat 2018 itibariyle okurla buluşacak olan eser, yazarın yayınevinden çıkan ilk kitabı…

Kitaba emek verenler; Editör: Arif Terzioğlu, Kapak Tasarımı: Erhan Karaman, Sayfa Düzenlemesi: Ozgur Yurttas, ve Barış Matbaacılık..

Sevgili okurlarımız, “Mistik Yolcu” adlı esere -01 Șubat 2018 itibariyle- Online satışlar için aşağıdaki linklerden ulaşabilir, sipariş verebilirsiniz. İlginize teşekkür eder, iyi okumalar diler, yeni yılınızı kutlarız.
www.kitapyurdu.com
www.dr.com.tr
www.idefix.com
www.finalpazarlama.com
www.bkmkitap.com
www.odakitap.com
www.kitapburada.com
www.kitabinabak.com

https://www.limonkitabevi.com/mistik-yolcu

https://www.kitapmatik.com.tr/kitap/mistik-yolcu-p678089.html

http://vatankitap.gazetevatan.com/kitaplar/mistik_yolcu/2/182414

https://www.ilknokta.com/himmet-karatas/mistik-yolcu.htm

ve daha birçok Online Satış sitelerinde

 

İçimizdeki Güneş* / Hikaye

mistikozan_sonresim

Gittiğinizde aylardan hazirandı.

Bir duvar olup öylece baktık ardınızdan.

Değişiverdi köyümüzün iklimi öğretmenim. Belli ki gülümsemediniz bize son bakışınızda. Gözlerinizi hiç öyle matemli görmemiştik çünkü.

Kara bulutlar dolaşıyor şimdi gök kuşağının önünde. Güneş üşüyor öğretmenim! Üstüne çekiyor bütün bulutları. Üşüyoruz hep birlikte. Ah en kötüsü de bu öğretmenim, güneşimiz de gitti sizinle. Ağaçlarımızdan kuşlar da. Kara kışa sürüklendik. Kar yağdı, kapandı yollarımız.. Sustu içimizin şarkıları. Şarkılar susar mı öğretmenim, kuşlar susar mı? Sustuk işte…

Zil çalmadı bir daha. Bir daha dokunamadık masanıza. Kapıya elimizi süremedik. Sıralar, sınıflar hatta okulumuz bile küstü bize.

 

Ne çok bekledik sizi bilseniz.

Sanki her an çıkıp gelecektiniz. Meselâ iğdeler çiçek açtığı zaman…. Nereye baksak siz vardınız. Köyümüze gelen bütün arabalardan siz çıkıyordunuz.   Derse başlıyorduk birlikte… Kederden zerre kalmıyordu yüzümüzde

“Günaydın!”demenizi bekledik her sabah… Bu sözcüğü kim böylesine güzel söyleyebilir ki… Konuştuğunuz her kelime büyülüyordu adeta bizi… Sesinizin çağıltısından, okuma arzusuna  düşmüştük bütün kitapları…

Hayır, gitmemeliydiniz öğretmenim.

Hiçbir şeyi yarım bırakmazdınız siz. Bir masal ülkesine götürmüştünüz bizi. Uçsuz bucaksız çiçek tarlalarında kelebekler gibiydik. Dertsiz tasasız süzülürdük engin maviliklerde. Kimi zaman takılıp giderdik bir şarkının kanatlarına. Bir güzellik müjdesi gibi inerdik yeryüzüne sonra. Sanırdık ki günlerimiz hep böyle güzel geçecek. Neşemizle doldurup köyümüzü, tedirgin yüreklere umutlar yüklemiştik.

Sadece okumayı yazmayı değil, yürümeyi de öğrettiniz bize. Dik durmayı da… Yürümenin bile bir sanat olduğunu bilmiyorduk oysa… Hayata attığımız ilk adımda elimizden tuttunuz.-Ki kalem tutmaktı bu ilk adım- Kendi ayaklarımız üstünde durmayı ve hep bağışlamayı öğrendik. Bir merhamet ateşiydik sizinle köyümüzü ışıtan ve ısıtan.

Bir şey daha var öğrettiğiniz öğretmenim…

Bunu siz gidince daha çok anladık. Sevmeyi… Önce kendimizi, sonra herkesi dostça sevmeyi… Bizimle çoğalan tarifsiz bir güzelliğiniz vardı. Her mevsim çiçekler açardı bu yüzden bahçemizde. Yarışırdık topladığımız çiçekleri size verebilmek için.

Sahi öğretmenim, hepimizi nasıl alırdı yüreğiniz? Böylesi bir yürek kimde vardır başka? Sığınılacak güvenli bir limandı bizim için gülen gözleriniz. Bir gül yaprağıydı elleriniz. Tek tek dokunup okşarken başımızı. Bu yüzden, sarsılmaz bir inançla koşardık size her sabah.

Her sabah bahçemizde bulurduk sizi. Kimi zaman ağaç dikerdik birlikte, kimi zaman çiçek. Yeni getirdiğiniz kitapları paylaşırdık sevinçle.

Sonra kitaplarda yazmayan bir şey oldu.

Gittiniz öğretmenim. Kırıldı zambakların boynu.

Günler, aylar geçti…

Gün oldu yorgun düştük ufuklarda sizi aramaktan. Kırlangıçlar geçti gözlerimizin önünden, göçmen kuşlar geçti… Bir kez olsun geçmediniz, kurudu göz pınarlarımız. Sararan saçlarımıza döndü gökyüzü…

Kim tutacak şimdi ellerimizden? Kim gösterir bize yağmurdan sonra açan güneşi, gökkuşağını? Hayallerin hayat üzerine dağılma özelliğini kim ama kim?.. Sizi görmeyen gözlerimiz nasıl bulacak aydınlığı? Nasıl gülebiliriz gül bahçenizde siz olmadan? Bir gül

yaprağıydı elleriniz, saçlarımızı okşarken. Nasıl da hızlı büyümüştük sevginizle?.. Herkesi şaşırtan bir gizemle! İşte öylece kaldık zamanın dışında.

Evet, yaramazdık..  Çiçek vermek için nasıl yarıştıysak öyle yarışırdık sizi üzmede! Bunu sonraları anlamış olmak öylesine acı veriyor ki…

Kapanmadı Ali’nin alnında açılan yara. Siz sarmadınız çünkü… Ayşe, hep zamanında yaptı ödevlerini… Daha çok yıldız almak için sizden. Artık hiçbir oyunda kavga çıkarmadım ben… Ama siz görmediniz. “Günaydın!” demek bile acıtıyor artık küçücük yüreğimizi. Acı yoktu oysa derslerimizde. İçimize asla sığmayan o güzel günlerimizde böyle bir kelimeye yer yoktu.

İşte bunun için öğretmenim, bir söz vermiştim kendime siz giderken.

“Okuyup, ben de öğretmen” olacaktım.

Ali’nin alnındaki yara kapansın diye öğretmenim, ellerim bir gül yaprağı olsun diye “öğretmen” oldum ben de…

Anladım ki güneş içimizdeymiş öğretmenim.

  • Meb Eğitim Dergisi  Sayı 114/115  Himmet KARATAŞ