HİMMET KARATAŞ

Bir Varmış Bir Yokmuş

HİMMET KARATAŞ - Bir Varmış Bir Yokmuş

Haki Yeşil Gömlek / Hikaye

Nicedir haki yeşil bir gömlek alacaktı.

“ Üzerimde nasıl durduğuna bakıp bana yardımcı olabilir misin? ” demişti.

İşler güçler derken epey bir aradan sonra vakit bulabildik.

Sisli bir kasım günü.

İçinde onlarca butik dükkanların olduğu alış veriş merkezinin önünde tur minibüsleri dikkatimizi çekiyor.

Tüketim turizmi de vardı demek.

Hes kodu, ateş ölçümü alıştığımız sıradan işlemlerdi artık. Tıpkı maske gibi.

“Maske takmak iyi oldu aslında.” dedi. Durup “Ne diyorsun?” der gibi baktım.

“İnsanları daha iyi anlıyorum. Maskeli yüzleri daha sevimli geliyor. Yalnızca gözleriyle kurduğum temas bana yetiyor.”

Haklıydı. Uzun süre maskeli gördüğümüz bir insanı, çay içmek için maskesini indirince farklı biriymiş gibi bir kırılma yaşadığımız anlar olmuyor değildi. Maske takılmadığı zamanlar insanların sözlerine daha çok önemsiyor ve çoğunca yanılıyordu insan. Karşısındakine kolay güvenen bir karakteri vardı. Belki de bu yüzden iş yerinde, kardeş bildiği arkadaşlarından, üyesi olduğu sendikadan ihanetin her türlüsüne maruz kalmıştı. “Dostluğun da düşmanlığın da bir ahlakı olmalı.”diyordu.

Salgın başladığından beri alışverişe çıkmamıştık nerdeyse.

Fiyatlar çok değişmiş.

Raftaki uzun kollu gömleklere odaklandık.

Haki yeşil istiyordu.

Uzanıp aldı.

“Kumaşını eliyle yokladı. Yaka numarasına göz attı sonra. Renkte zaten kararlıydı.

Deneme kabininde giyinip çıktı.

“Nasıl?”

Aynası bendim onun.

Aynalara güvenmemesinin bir nedeni olmalıydı. Bunu benim fark ettiğimi biliyordu sanki.

“Tam sana göre” dedim. “Omuzlar, kol, bel… Süper. Yakıştı ha!”

Gülümsedi. Gözlerinden ve maskedeki küçük kıpırtıdan yayıldı o sıcaklık.

Pazarlık yapmadı. Yapamazdı. Etiket fiyatı o malın ederi neyse o olmalıydı. Kimse fahiş bir fiyat yazmazdı ona göre. Başka türlüsü aldatmaya girerdi.

Gece mi gündüz mü pek anlaşılmayan ışıklardan yorgun düşen gözlerimiz kapıları arıyor. Fotoselli kapıdan dönerek çıkıyoruz.

Telefon geldi. Sağlık Bakanlığı.

Temaslıydı. Canı sıkıldı.

“Gidelim !”dedi. Ev hapsinde okuyacağı kitaplardan bahsetti arabada.  Tolstoy hayranıydı.

“Ivan İlyiç’in Ölümü’nü tekrar okuyacağım “, dedi. “Telefonu da kapatsam iyi olacak bir süre. Alışkanlıklarım değişiyor, yorgun düşüyorum.”

“Hadi geçmiş olsun, üzme kendini. Ne olursa olsun moralini bozma e mi?”

Adımları ne kadar naifti…

Arkasından uzun süre baktım. Neden bilmiyorum içimde tarifsiz bir tuhaflık vardı. Böyle ansızın insanın gırtlağına çöken bir ağırlık…

Günlük vak’a sayıları,  aşı konusundaki dünya gündemi, kira fiyatlarındaki artış, kredi kartının hesap kesim tarihi, salı pazarından alınacaklar listesi, yeni mobilyaların seçimi, ev taksidi ve ertelenen onca eş dost akraba ziyareti.

Haftalar ellerimde ufalanıyor “demişti, Atilla ilhan.

Öyle oldu. Artık hiçbir şeye yetişemiyordum.

Sanki yıllar geçtikçe gök kubbe çaresizlik olarak kapaklanıyordu insanın üstüne. Alçalan bir gök altında, sade bir sonbahar hüküm sürüyordu.

Yine de insan her şeye alışıyor, iş hayatının kuru gürültüsüne kapılıp gidiyor.

Hatta dost bildiklerinin ihanetlerine bir dalgakıran gibi göğüs germeye de alışıyor.

Her zamanki gibi yorgun, düşünceli eve dönerken, şu üç günlük dünyada insanların birbirinin kanını emercesine ihanete, hırsa, yalana, iftiraya kapılıp gitmelerine bir türlü anlam veremiyordum. Haydi karşındakini yalanla dolanla aldattın. Ya her şeyi bilen, gören, her şeyden haberdar olan Allah’ı? Ruz-i mahşerde nice olur halin, düşünmez misin?

İyice dalmış olmalıyım ki aniden yola çıkan bir genç çöp konteynırı ile arabam arasında kıl payı tutundu. Eski branda ile çevreleyip büyüttüğü el arabasında topladığı plastik atıklar vardı. Göz göze geldik. Haki yeşil gömlek takıldı gözlerime. “Abi biraz yavaş ol” der gibi baktı. Tam arabasını omuzlayıp çekecekti ki:

“Gömlek güzelmiş,” dedim.

Ensesi güneş yanığı genç, yarı mahcup, gülümsedi. El arabasının küçük tekerini ayak ucuyla iterek:

“Geçen gün komşular getirdi.” dedi. “Rahmetli hiç giyememiş.”