HİMMET KARATAŞ

Bir Varmış Bir Yokmuş

HİMMET KARATAŞ - Bir Varmış Bir Yokmuş

İçimizdeki Güneş* / Hikaye

mistikozan_sonresim

Gittiğinizde aylardan hazirandı.

Bir duvar olup öylece baktık ardınızdan.

Değişiverdi köyümüzün iklimi öğretmenim. Belli ki gülümsemediniz bize son bakışınızda. Gözlerinizi hiç öyle matemli görmemiştik çünkü.

Kara bulutlar dolaşıyor şimdi gök kuşağının önünde. Güneş üşüyor öğretmenim! Üstüne çekiyor bütün bulutları. Üşüyoruz hep birlikte. Ah en kötüsü de bu öğretmenim, güneşimiz de gitti sizinle. Ağaçlarımızdan kuşlar da. Kara kışa sürüklendik. Kar yağdı, kapandı yollarımız.. Sustu içimizin şarkıları. Şarkılar susar mı öğretmenim, kuşlar susar mı? Sustuk işte…

Zil çalmadı bir daha. Bir daha dokunamadık masanıza. Kapıya elimizi süremedik. Sıralar, sınıflar hatta okulumuz bile küstü bize.

 

Ne çok bekledik sizi bilseniz.

Sanki her an çıkıp gelecektiniz. Meselâ iğdeler çiçek açtığı zaman…. Nereye baksak siz vardınız. Köyümüze gelen bütün arabalardan siz çıkıyordunuz.   Derse başlıyorduk birlikte… Kederden zerre kalmıyordu yüzümüzde

“Günaydın!”demenizi bekledik her sabah… Bu sözcüğü kim böylesine güzel söyleyebilir ki… Konuştuğunuz her kelime büyülüyordu adeta bizi… Sesinizin çağıltısından, okuma arzusuna  düşmüştük bütün kitapları…

Hayır, gitmemeliydiniz öğretmenim.

Hiçbir şeyi yarım bırakmazdınız siz. Bir masal ülkesine götürmüştünüz bizi. Uçsuz bucaksız çiçek tarlalarında kelebekler gibiydik. Dertsiz tasasız süzülürdük engin maviliklerde. Kimi zaman takılıp giderdik bir şarkının kanatlarına. Bir güzellik müjdesi gibi inerdik yeryüzüne sonra. Sanırdık ki günlerimiz hep böyle güzel geçecek. Neşemizle doldurup köyümüzü, tedirgin yüreklere umutlar yüklemiştik.

Sadece okumayı yazmayı değil, yürümeyi de öğrettiniz bize. Dik durmayı da… Yürümenin bile bir sanat olduğunu bilmiyorduk oysa… Hayata attığımız ilk adımda elimizden tuttunuz.-Ki kalem tutmaktı bu ilk adım- Kendi ayaklarımız üstünde durmayı ve hep bağışlamayı öğrendik. Bir merhamet ateşiydik sizinle köyümüzü ışıtan ve ısıtan.

Bir şey daha var öğrettiğiniz öğretmenim…

Bunu siz gidince daha çok anladık. Sevmeyi… Önce kendimizi, sonra herkesi dostça sevmeyi… Bizimle çoğalan tarifsiz bir güzelliğiniz vardı. Her mevsim çiçekler açardı bu yüzden bahçemizde. Yarışırdık topladığımız çiçekleri size verebilmek için.

Sahi öğretmenim, hepimizi nasıl alırdı yüreğiniz? Böylesi bir yürek kimde vardır başka? Sığınılacak güvenli bir limandı bizim için gülen gözleriniz. Bir gül yaprağıydı elleriniz. Tek tek dokunup okşarken başımızı. Bu yüzden, sarsılmaz bir inançla koşardık size her sabah.

Her sabah bahçemizde bulurduk sizi. Kimi zaman ağaç dikerdik birlikte, kimi zaman çiçek. Yeni getirdiğiniz kitapları paylaşırdık sevinçle.

Sonra kitaplarda yazmayan bir şey oldu.

Gittiniz öğretmenim. Kırıldı zambakların boynu.

Günler, aylar geçti…

Gün oldu yorgun düştük ufuklarda sizi aramaktan. Kırlangıçlar geçti gözlerimizin önünden, göçmen kuşlar geçti… Bir kez olsun geçmediniz, kurudu göz pınarlarımız. Sararan saçlarımıza döndü gökyüzü…

Kim tutacak şimdi ellerimizden? Kim gösterir bize yağmurdan sonra açan güneşi, gökkuşağını? Hayallerin hayat üzerine dağılma özelliğini kim ama kim?.. Sizi görmeyen gözlerimiz nasıl bulacak aydınlığı? Nasıl gülebiliriz gül bahçenizde siz olmadan? Bir gül

yaprağıydı elleriniz, saçlarımızı okşarken. Nasıl da hızlı büyümüştük sevginizle?.. Herkesi şaşırtan bir gizemle! İşte öylece kaldık zamanın dışında.

Evet, yaramazdık..  Çiçek vermek için nasıl yarıştıysak öyle yarışırdık sizi üzmede! Bunu sonraları anlamış olmak öylesine acı veriyor ki…

Kapanmadı Ali’nin alnında açılan yara. Siz sarmadınız çünkü… Ayşe, hep zamanında yaptı ödevlerini… Daha çok yıldız almak için sizden. Artık hiçbir oyunda kavga çıkarmadım ben… Ama siz görmediniz. “Günaydın!” demek bile acıtıyor artık küçücük yüreğimizi. Acı yoktu oysa derslerimizde. İçimize asla sığmayan o güzel günlerimizde böyle bir kelimeye yer yoktu.

İşte bunun için öğretmenim, bir söz vermiştim kendime siz giderken.

“Okuyup, ben de öğretmen” olacaktım.

Ali’nin alnındaki yara kapansın diye öğretmenim, ellerim bir gül yaprağı olsun diye “öğretmen” oldum ben de…

Anladım ki güneş içimizdeymiş öğretmenim.

  • Meb Eğitim Dergisi  Sayı 114/115  Himmet KARATAŞ

Göç / Şiir

goc

Göç başlar

Kervan yola dizilir

Söğüt dalı keser kankardeşim

Döşte bıçak yarasıdır ilk aşkı

Durgun bir ırmakta boğulur

Kuytularda boy veren sevinçler

Ve silinir mevsimlerin izi

Çıplak ayakla geçilen sulardan

Öylesine yetim kalır ki pencereler

Bilinmez baykuşlar mı öter

Kuzgunlar mı bacalarımızda

Öylesine büzülür ki göğsümüz

Kırık bir kapıya döner yüreğimiz

 

Gölgemiz bir nefes bulamaz gider

 

Kaçıncı aldanıştır bu

Saçlarımızın rengine ve çamların serinliğine

Söğüt dalı keser kankardeşim

Keser  bileklerini hayata tutunduğu yerden

Ve menekşe sürülmüş kaşlarımızdan

Silinir aşklarımızın buğusu

Oysa kelebeklerle hatırlanır çocuklar

Kervan hıdrellezde ıslanır

Kurumaz kankardeşimin hırkası

Öylesine parelenir ki yüzümüz

Tanımaz bizi ayna tutan duvarlar

Bir bıçak yarasına düşer gözlerimiz

 

Gölgemiz bir kafes bulamaz gider.

 

       (Mart  1999)   Himmet KARATAŞ

 

Serenat

TheLostHighway_Landscape1

Ellerini bağlayıp ufuklara bakma öyle

Rıhtımları uyandırmaz ki yorgun yaz

Kırılır gölgesi gülün suya düşünce gün

Ellerini hatırlamaz ki önce gülsün

Kapama gözlerini son yıldız da sönsün

 

Zülfünü zamana bağlayıp bakma öyle

Uzaklar dargın düşer rıhtımlara

Böyle ansızın boşanırsa yağmur

Saçlarını hatırlamaz ki denize dönsün

Kapama gözlerini son yıldız da sönsün

 

Gülüşünü gönlüme bağlayıp durma öyle

Benden bir adım öteye gitmez ki aşk

Böyle ansızın açarsa güller gözlerime

Güzelliğini hatırlamaz ki önce ölsün

Kapama gözlerini son yıldız da sönsün

 

Himmet Karataş   28/03/2007