HİMMET KARATAŞ

Bir Varmış Bir Yokmuş

HİMMET KARATAŞ - Bir Varmış Bir Yokmuş

Çocuklar Doğuştan Bilim Adamıdır

Bir okulun duvarında büyük harflerle şöyle yazıyor.

“HEDEF EĞİTİLMİŞ İNSAN, ÇAĞDAŞ EĞİTİM.”

Bir defa çocuk gözüyle bakalım.

“Hedef Eğitilmiş İnsan…”

“Demek ki,” diyecek çocuk:

“Beni burada eğitecekler, şekillendirecekler, benim ne düşündüğüm, kim olduğum önemli değil, ben bir hiçim…”

Yani hiçbir olumlu etki uyandırmaz çocukta bu slogan…

Sonuçlar zaten ortada. Proje geliştiremeyen, uluslararası kabul gören bir marka üretemeyen bir toplum olduk çıktık. Sonra da YGS’de sıfır çeken öğrencileri, öğretmenleri suçlarız. Yaklaşımda bir yanlışlık olduğunu görmek istemeyiz.

Oysa o okulun duvarında şöyle yazmalıydı:

ÇOCUKLAR DOĞUŞTAN BİLİM ADAMIDIR

Ne kadar pozitif etkisi var değil mi?

Çocukta bir değerlilik, özgüven duygusu geliştiriyor.

“Ben” diyor çocuk, “önemliyim, bir şeyler yapabilirim!”

Bireyin ve bilişimin çağında bu şekildeki yaklaşımın kendisi zaten  çağdaş olduğundan; ayrıca “ÇAĞDAŞ EĞİTİM” diye belirtmeye bile gerek kalmayacaktır…

14/ 08 /2007       Himmet Karataş

İki Element

Bir adım atsam uçurum olacak yeryüzü

 

Karışıp çıkmaz sokağa dönecek kavşaklar

Yitik yolcular gelecek kapıma her akşam

Bir yıldız tutuşturacağım ellerine, bir pusula

Puslu bir ağustos sabahı tutulacak güneş

Hayretle büyüyecek göğsümdeki gül

Tül bentle bağlandı çünkü gözleri güneşin

 

Bir adım atsam

Uçurum olacak yüzüm

 

19.08.2004  Himmet Karataş

 

Aydan Önce Gidenler

Adını kara geceden bildiğim ırmaklar

Aşkı kumların hatırasında mı saklar

Orada / yıkanmış korkularla yan yana

Ve çocuklar ürkek bir tavşanla dönerler

Irmakla soluk soluğa evlerine

 

Yıkanmış korkularla yan yana

İki yitik yolcu geçer aydan önce

 

Merdivenlerde iki büklümdür şehir

İlk sızıda kırılır gecenin şavkı

Apansız yakalanır aşk  aydan önce

Saklanmıştır kumların hatıralarına

Diz boyu güldür -çocuklar yürür-

Bir ürkek tavşan kalır ırmağın kalbinde

 

Temmuz odun taşır kaldırımlara

Şehrin ıslığını güne rastık çekerek

Ateşini kumdan köşelerde saklar

Dalgın dolmuş şoförlerinin

Mavi yakalarında bir yakamoz gibi

 

Orada yıkanmış gökyüzüyle yan yana

Ateş – adres sorulacak bir tanıdık-

 

Aydan önce gidenleri görmüştür

Kepenkler kapanmadan güpegündüz

Ateş almıştır ay  bir izli fişek gibi

Barut kokusudur -çocuklar yürür-

İki yolcu iki yaren gibi yaralı

Geçerler

Aydan önce keserek şehrin boyunbağını

 

Irmaklar

Zemheridir  titrer tavşan gözlerinde

Temmuz

Odun taşır kendi kumuna

Orada

Aydan önce gidenlerle kol kola

İki yaralı ceylan gibi

Irmak ve temmuz

Ay doğmadan unuttuğumuz

 

2006, Himmet Karataş

Eğri Odun

Yaz uykusuna küsmüş
Bir uçurum çağırıyor beni
Hiç beklemeden
Orta şekerli kahvemi
Ormanın rahatlığına çekiyor
Yakamdan
Rehavetim çamlara yapışıp kalınca
Annem
Çıkarıyor sarı günler arasından
İlk resmimi
Olmadı diyor
Eğri odunun bile yok senin
Büzülüyorum
İlk resmime sığacak kadar

03.11.2004,    Himmet Karataş

Okula başlama yaşı mı müfredat mı önemli?

lkokula başlamada 66 ay meselesini ne kadar büyüttük değil mi? Türk Psikolojik Danışma Derneği Başkanı Prof. Ergene, Vatan’a konuşmuş:”Veliler bilmeli ki çocuklar o raporla fişlenmiş olacak. 66 veya 68 aylık çocuk bile okul öncesi eğitim yaşındadır” demiş ve eklemiş:

“ 72 aydan önce çocuğu temel eğitime almak gelişimini bozar.”

Neden ve nasıl? Cevap yok. Dönüp dolaşıp aynı noktada; ay hesabında permütasyon oyunları yapıyorlar. Basında, sosyal medyada “4+4+4 kaosu başlıyor”, “Çocuğumun gelişimi 1. Sınıfa uygun değildir” ibareli dilekçeler elden ele dolaştırılması için servis ediliyor.

Tıpkı okul sütü dağıtımında olduğu gibi… Olumsuz birkaç vak’ayı tümünde yaşanıyormuş gibi göstererek, toplumda kaygıya bağlı karşı koyma davranışı geliştirmek… Hangi amaca hizmet edecekse? Sonuçta bunlara inanan veliler zararlı çıkıyor. Tüm sınıf süt içerken onların çocukları seyrediyor.

SADECE ÜÇ AY ÖNE ÇEKİLDİ

İlkokula başlamada 66 ay düzenlemesi yapılmamış olsaydı 1 Ocak – 31 Aralık 2006 doğumlu çocuklar bu yıl 1. Sınıfa gidecekti. Yeni düzenleme bunu 30 Mart 2007 ‘ye çekiyor. 60-66 Ay arası tamamen veli isteğine bağlı olarak 1. Sınıfa kayıt ediliyor. Bu 3 aylık aşağı çekmede bilimsel veriler yanında mutlaka velilerden gelen taleplerin de etkisi olmalı. Çünkü geçtiğimiz yıllarda bir gün farkıyla çocuğunu okula gönderemeyenler vardı.

1 gün veya 1 ay farkla çocuğa 1 yıl kaybettirmek ne kadar hakkaniyetle bağdaşır? Yine geçtiğimiz yıllarda gelişim yetersizliği vb nedenlerle çocuğunu okula göndermek istemeyenler de dilekçe ile okul yönetimine başvurarak bir yıl erteletebiliyordu.

“72 Aydan önce çocuğu temel eğitime almak gelişimini bozar!” (mı?)

İzaha muhtaç bir iddiadır. Sloganlarla milyonların hayatı etki altına alınamaz.

Gelişimi nasıl, hangi yönde bozar?

Tamamen okuma yazma öğretimi ve bilgi yüklemeye dayalı bir eğitim anlayışı esas alınırsa (eski müfredatta olduğu gibi) bu pekâla mümkün… Ama 1. sınıf müfredatı değiştirildi. Hem de daha çağdaş bir içerikle… Öğrenciler daha uzun bir zaman diliminde okuma yazma öğrenecekler. Çocukların çok sevdiği oyun ve fiziki etkinlikler 1. sınıflarda her gün ders olarak mevcut. Uzmanlar biraz da bu konularda konuşsalar daha iyi olmaz mı? Malesef müfredat boyutunu teğet geçerek, yaş boyutunda gürültü çıkarmaktadırlar. Net bir çıkarsamada bulunabilmek için meseleyi iki yönüyle de ele almak gerekiyor.

Söylenildiği gibi “öğrencinin gelişimini bozar” iddiaları bilimsel falan değildir.

Bilimsel olan ilkokul 1.sınıf müfredatının değiştirilerek çocukların zihinsel, duyuşsal ve fiziksel gelişimine uygun hale getirilmesidir. Bu ileriye dönük bilimsel temeli olan bir düzenlemedir.

GECİKMİŞ BİR DEVRİM

Evet, 4+4+4 gecikmiş bir devrimdir. Her geçiş döneminde olduğu gibi bazı sıkıntılar olacaktır. Bunu kabullenmek ve çocuklarımızı 2030’lu yıllara hazırladığımızın bilinciyle hareket etmek zorundayız.

Fişleme iddiası dikkate değer değildir. İddia sahipleri de belirtiyor ki; bu yaşlarda gelişim hızı aylar, hatta haftalarda bile farklı olabiliyor. Yani bu rapor “Sürekli” değil, o kayıt dönemi içindir.

İlkokul 1. sınıfa başlama yaşına itirazlar malum sendikalarından ve her şeye muhalafet modunda hariçten gazel okuyanlardan dile gelmekte, velilerin istisnai durumlar dışında kayda değer bir itirazı bulunmamaktadır. Bu konuda rapor alarak çocuğunu 1. sınıfa göndermeyenlerin istatistik oranı ileride mutlaka açıklanacaktır. Kişisel tahminim yüzde 5’in altında olacağıdır.

ÇOCUK GELİŞİMİNE GÖRE EĞİTİM DAHA ÖNEMLİ

Aslında şu gerçeği herkes biliyor; 5 yaşından itibaren çocuktaki öğrenme -okula gitme- isteği anne babaları epey zorluyor. Yaşı küçük olduğu için okula gidemeyeceğini açıklamakta zorlanıyorlar. Kardeşleri okula giden 5 yaşındaki bir çocuk, her gün okula gitmek istemektedir.. Ev içi oyunlarında sırtına çanta alarak oynayan çocukları çok görmüşüzdür.

Geçtiğimiz yıllarda bir reklâm spotu vardı:

“7 Çok Geç!”

Evet, 7 çok geç! Peki, 66 ay çok mu erken?

Yaşı küçük ama hayalleri büyük çocukların bitmek bilmeyen soruları bir reklam filminde Şener Şen’i bile zorda bıraktığına göre? 66 ay çok erken diyenler için kısa bir bilimsel hatırlatma yapmak gerekiyor: 3, 4 ve 5 yaş çocuklarını bazı özeliklerini özetlersek; “3 yaşında akran ilişkileri gelişir ve özerkliğini ispata çalışır. İki seçenekten birini tercih eder. 2,5 -3 yaşlarında ortalama 200 kelime üretir. Eleştirme becerisi gelişir. 4 yaşında basit öyküleri anlatır. Zengin hayal gücüne sahiptir. 4-5 yaşta dil gelişimi; kitaplara yoğun ilgi gösterir. Karmaşık cümleler üretir ve gramer kurallarına uygun konuşur. Sembollerle sözler arasındaki ilişkiyi kavramaya başlar.” ( Prof Nilgün Metin. H.Ü.Çocuk Gelişimi ve Eğitimi Bölümü)

Devam etmeye gerek var mı?

Eğitimin tam zamanı değil mi 5,5 – 6 yaş?

NASIL BİR MÜFREDAT?

Asıl sorun şudur: Bilgi yüklemeye dayalı yoğunlaştırılmış bir müfredat mı bilimseldir, yoksa çocuğun yaşına/gelişimine uygun düzenlenmiş bir müfredat mı?

Değiştirilen ilköğretim 1. sınıf müfredatı nedense hiç sorgulanmıyor?

Daha okulun ilk günlerinde okumaya (2 ay içinde) geçmesi için fazlasıyla yoğun bir okuma yazma programına tabii tutulan çocuklar okul sevgisini kaybediyordu. Nitekim uygulamada veliler öğrencilere verilen okuma yazma ödevlerinin çokluğundan yakınarak, çocuğunun okula gitmek istemediğini dile getirmişlerdir. Okuma yazma öğretiminin ilk ayları öğrenci için sıkıcı ve zorlayıcı olduğundan, daha ilk yıl okul ile ilgili tüm hayalleri yıkılmakta ve okul sevgisini ve heyecanını kaybetmektedir. Böylece öğrenci kendiliğinden değil de emirle okumakta, yazmaktadır. Projeler, araştırmalar hep ödevden öteye gidememektedir.

.Sonuçta okumayı ve yazmayı sevmeyen, itaatkar bir nesil yetişiyordu. Hoş, bu tip insan ideali olanlar yok değil ama geçtiğimiz yüzyılda kaldı. Korkularıyla baş edemeyenler yüzünden kaybedecek vaktimiz yoktur. Eğitim öğretim süreçlerimize evrensel boyutta bakıldığında sorun daha net görünecektir.

OYUN EN İYİ ÖĞRENME ARACIDIR

Bilimselliği dilinden düşürmeyenler de kabul ederler ki; oyun en iyi öğrenme aracıdır. Somut düşünme ve hayal kurma becerisi oyun yoluyla desteklenen öğrenciler okulu daha çok sevmektedirler.

Bu nedenle okul öncesi eğitim müfredatı 1.sınıf müfredatına göre daha bilimsel olduğundan (beceri ve yeteneği önceleyen içeriğiyle) öğrenciler hiçbir şikayette bulunmazken aynı öğrenci birinci sınıfta adeta şok yaşamakta, hayallerini ve heyecanını kaybetmektedir. Eğitim hizmeti verenler bireyin öğrenme heyecanını sürekli canlı tutmak zorundadırlar.

Sayfalarca verilen yazma ödevleri, arkadaşlarıyla oluşturulan önce okumayı öğrenme yarışı öğrenciyi oyundan uzaklaştırmaktadır. Yeni düzenleme ile ilkokul 1. sınıf 1 dönem okul öncesi müfredatına paralel eğitim görecek olan öğrenciler 2. Dönem okuma yazma etkinliklerine geçeceklerdir.

ELEŞTİRİLER YAŞLA SINIRLI KALIYOR, PEKİ YA MÜFREDAT?

72 ayda ısrar edenlerin bir gelecek kaygısı olduğuna inanmak istiyorum. Gelecek kaygısı olanlar değişime kapalı kalamazlar. Toplumdaki ve dünyadaki değişimleri takip ederler, içselleştirmeye çalışırlar. Cümlelerinde “bilimsel” sözcüğü geçti diye bilimsellik iddiasında olamazlar.

Hiçbir realiteyle bağdaşmayan eleştiriler tek tip eğitim sistemiyle yetişmiş ve değişime direnen kişiler tarafından yapıldığından, şimdiye kadar uygulanan eğitim programlarını sorgulamak gerekir.

İlerici olması gerekirken neden hep “eskisi daha iyiydi” anlayışı ile dünyadan kopuk bir nesil yetiştiririz?

Bu 66 aylık çocukların 1. Sınıfa başlamasından daha önemli değil midir?

Bu yıl 1 ve 5. Sınıfların göreceği müfredat zaten bu nedenle değiştirilmiştir.

Müfredat uygun olduğunda 3 yaşındaki bir çocuk bile bir sınıf ortamında eğitilebilirken bu kadar kuru gürültü çıkarmanın bir açıklaması olmalıdır.

 

( Bu makale  2 Eylül 2012 de Yeni Şafak Gazetesinde yayımlanmıştır.)

Görüntüde eşitlik, içerikte itaat

Geçtiğimiz yıllarda güzel bir papağan resminin altında “Ezber bozuldu” yazan afişler asıldı okullara. Gerçekten de eğitimde “ezber bozan müfredatlar” uygulamaya konuldu. Fakat hala ezberimizde olan bir uygulamanın yanlışlığı üzerinde durmakta fayda var: Tek tip kıyafet!

Modern dünya çoktan terk etti ama ülkemizde ilköğretim öğrencileri yaz dönemi uygulamaları hariç hâlâ önlük giymek zorundalar.

Eğitimde kıyafet serbestliğine karşı olanlar; “Türkiye gibi, sosyal katmanları arasında farklılıklar olan bir ülkede, kıyafet serbestîsinin çocuk psikolojisi üstünde olumsuz sonuçlar doğurduğuna” inanırlar. Onlara göre “çocuklar arasında birbirine karşı oluşacak imrenme ve bir takım şeylerden yoksun olmak, çocuk psikolojisini etkileyecektir.” Bu ve benzer mazeretlerle bugüne dek geldik…

Aynı mahallede birlikte yaşayan ve aynı okula giden öğrenciler birbirlerine karşı neden bir imrenme duygusu beslesinler? İlk defa okulda karşılaşmıyorlar ki? Üstelik adrese dayalı kayıt sistemiyle bu durum daha da netleşti.

Bir diğer husus ise önlük veya okul formalarının velilere yüklediği maliyettir. Günlük yaşam ihtiyaçları dışında ayrıca okul için kıyafet almak, velilere ekonomik anlamda bir yük getirmektedir. Her yıl yaklaşık on beş milyon ilköğretim ve ortaöğretim öğrencisinin ders başı yaptığı hangi ülkede okul kıyafetleri bir sektör haline gelmez?

ÖNLÜĞÜN PSİKOLOJİK ETKİSİ

Çocuk psikolojisini etkilediği doğrudur. Ancak şu şekilde: “Okul, neden beni sevdiğim bir kıyafetle kabul etmiyor?” Bu sorunun karşılığı çocukta ‘okulu sevmeme’ duygusunu körüklemez mi? Nitekim serbest kıyafet uygulanan pilot (Eskişehir) okullarda devamsızlıkta belirgin bir düşme gözlenmiştir. Sokakta veya evde kendi tercih ettiği bir kıyafeti giyen çocuk, o renkli dünyasını bir anda silen, diğerlerinden farksızlaştıran önlüğü sevmiyor. Bunu veliler ve eğitim çalışanları her gün gözlemlemektedirler… Öğrenci okula önlükle gitmemek için yalan söylemeye itilmektedir.

İnsan kendine yakışan ve rahat ettiği bir kıyafeti giymek ister. Psikologlar bir gün içinde birkaç defa kıyafet değiştirmenin “verimlilik ve ruh sağlığı” açısından gerekliliğini vurgulamaktadır. O unutulmaz bayram sevinçlerinin en büyük paydası yeni giyilen bir kıyafettir.

İlköğretim çağı, çocuklar için oldukça hareketli bir dönemi kapsar. Öğrencilerin sivil kıyafetle girebildikleri tek ders olan “Beden Eğitimi”ni çok sevmelerinin altında sadece top oynama isteği mi vardır? Öyle olsa bile bizim diğer derslerin müfredatında bir geliştirmeye gitmemiz gerekmez mi? Okulun veya Milli Eğitim Bakanlığının asıl amacı öğrenciye okulu sevdirmek değil midir? Tüm dünyası “rengârenk hayaller” ve “sevgi” olan bir çocuk; sevmediği bir dersten veya okuldan ne alabilir?

Çocuklar için herhangi bir konuda kendilerinin karar vermesi çok önemlidir. Bu,”ben varım” mücadelesinden kaynaklanır. Çocuklar belli bir yaşa kadar kendi varlıklarını çevresine ispatlama kaygısındadırlar. Yetişkinlerin bu durumlarda takındıkları tutum onların kişilik gelişimi için son derece önemlidir. Pedagoglara göre, ikiz çocuklara bile aynı kıyafetlerin giydirilmesi kişilik gelişimini olumsuz etkilemektedir. O halde tüm sınıfa aynı önlüğü giydirmenin nasıl olumlu bir sonucu olabilir?

Nerede ne giyeceğine asla değiştirilemez şekilde başkaları tarafından karar verildikçe, çocuğun kendi özgüveni sarsılacak ve “aslında ben bir hiçim” diyecektir. Bu değersizlik duygusu ileri yıllarda sosyal yaşamında sağlıklı ilişkiler kurmasını da engelleyecektir.

Tek tip kıyafet (forma) eski doğu bloku ülkelerinde uzun yıllar uygulanan, gelişmiş Avrupa ülkelerinde ise çoktan terk edilen bir uygulamadır… Çünkü tek tip kıyafet uygulamasının “ülkedeki insan kaynağının hedeflenen yönde gelişimine hiç bir katkı sağlamadığı anlaşılmıştır.”

AMAÇ EŞİTSİZLİĞİ GİZLEMEK DEĞİL

Edilgen, itaat eden, araştırmayan ve sorgulamayan bir insan tipinin temelini atmış oluyoruz tek tip kıyafetle…

Yeni ilköğretim müfredatında öğrencilere ‘proje’ ödevleri veriliyor. Amaç; araştırma yapması, kendini geliştirmesi ve yine kendini ifade edebilmesidir. Daha baştan diğerlerinden farkı olmadığını düşünen bir öğrenci, gerçekte de gördüğümüz gibi bu tür ödevleri “angarya” olarak değerlendirecektir. Bir buluş yapılacaksa, kendine kıyafeti ve müfredatı seçen otorite yapacaktır ona göre… O sadece kurallara uyacak, ödevini yapacak ve dersini iyi dinleyecektir. Görüldüğü gibi tek tip kıyafet uygulamasının eğitim sistemimizin önünü açıcı hiç bir etkisi yoktur. Aksine öğrencileri önemsizleştirerek bireysel yeteneklerini köreltici bir etkiye sahiptir. “Birey olma” sürecine de olumlu bir katkısı yoktur.

Bütün bunlara rağmen “neden önlük?” sorusuna bile net bir cevap bulmak artık imkânsız hale gelmiştir. Tek tip kıyafetteki amaç, öğrenciler arasındaki sosyal eşitsizliği gizlemek olamaz. Zaten eğitimle onları sosyalleştirmeyi amaçlamıyor muyuz? Sosyal hayatta hepimizin kıyafeti Brezilya dizilerindeki oyuncuların kıyafetleri gibi mi? Sosyal hayattaki ve bireyler arasındaki “farklılığı” nereye kadar gizleyebilirsiniz? Bu anlayışın çağdaş eğitimle uzaktan yakından alakası yoktur. Yoksa “çocuklar üzerini kirletince velilere yük olmasın” mı diyoruz? Elle tutulur hangi bahanesi vardır önlükte ısrar etmenin?

Küçülen dünya bize değişmemizi buyuruyor. Bir ülkenin geleceğinin en iyi göstergesi insana yaptığı yatırımdır. Çağdaş, güçlü ve tarihe yön veren bir Türkiye özlemindeysek ilk adımı çocuklarımızın eğitimiyle atabiliriz.

https://www.yenisafak.com/yerel/goruntude-esitlik-icerikte-itaat-138269

( Bu makale  Yeni Şafak gazetesinin  6 Eylül 2008 tarihli baskısında yayımlanmıştır.)