Kasımpatılar Açarken
Okulumuza müdür olarak atandığında akasyalar çiçek açıyordu.
Yıllardır bu günü bekliyormuş gibi şenlenmişti bahçemiz. Demek umudun ve sevginin topraktan fışkıran filiziymiş çiçekler.
Umuda büründük biz de…
.
Öğretmenler kurulunu topladı.
Kendini kısaca tanıtırken mütevaziydi. Vatan haritasında bir yer gösterdi ve idarecilikle başlayan çetin çalışma şartlarını anlattı. Öğretmenlere takım arkadaşı gözüyle baktığı belliydi. Kaybedilen özgürlükleri geri veriyordu sanki. Bunu arkadaşlarımın gülümseyen gözlerinden anlayabiliyordum.
“Burada küçük bir ekibiz ve sizleri büyük işler yapmaya davet ediyorum” dedi.
Bir arkadaşım söz alarak; “Çay içemiyoruz, çay ocağımız var fakat çay yasak!” deyince, şaşırdı. “Şu saatten itibaren çay serbest!”
Dile getirilen tüm sorunlara akılcı çözümler sunuyor, ajandasına notlar alıyor, gelen misafirleri kapıda karşılıyordu
Küçük duyuruları bile öğretmenler odasına gelerek iletiyordu bize. Öyle eskisi gibi müdür odasında tek sıra hizaya çekilip azar işitmekte yoktu artık. Gülerek giriyorduk derse!
Hiç durmadı. Okulu gezip gözden geçirirken bakımsız sıralara, kırık dökük pencerelere ve duvar gazetesi şeklindeki Atatürk Köşesine bakıp bir iç geçirdi.
“Bu çocuklara layık bir okul yapacağım burayı” dedi.
Akasyaların özgürlüğümüze bir armağanı olmuştu kendisi..
Kıt imkânlarla büyük işler nasıl yapılır onda gördük.
İyi bir çevre incelemesi yaptıktan sonra:
“Arkadaşlar, bir yılsonu şenliği yapalım” dedi. “Yeterince potansiyelimiz var.”
Haklıydı. Öğretmen arkadaşlar arasında iyi bağlama çalan Merdan Bey vardı ki, tek başına şenliği yapabilecek donanımdaydı.
Bir haziran akşamı bütün kasaba halkı okulun bahçesindeydi.
Gönüllü veliler gözleme yapıyor, yanındakiler ayranla birlikte gözleme satıyordu.
Merdan bey saatlerce bağlama çalarak tüm Anadolu’yu türkülerle okulumuzun bahçesine getirdi sanki. Kah Sivas’ın yollarına, Kah Cemilem türküsüyle, Kezban Yengeyle, Topal oyun havasıyla davetliler coşmuştu…
Öğrenciler, veliler, öğretmenler tek yürek olmuştu. Bu birlikteliğin okulumuzu yenibaştan onaracak bir “elde”si olduğunu o an hiç düşünmemiştim.
Hizmet içi eğitim çalışmalarım nedeniyle karne günü ben de okuldan ayrıldım. Giderken yıpranmış sıraların ve sıvaları dökülmüş duvarların sesiz çığlığını duyar gibiydim.
Koca bir yaz yolum düşmedi okuluma. Memleket havasını özlemiş olmalıydım.
Döndüğümde akasyaların çiçekleri de solmuştu. Müdürümüzün mahkeme kararı görevinden ayrılacağını bizden önce duymuştu ağaçlar. Kuşlardan mı aldılar haberi bilmiyorum.…
Eylülün ilk günlerinde okula geldiğimde gözlerime inanamadım…
Pırıl pırıl boyalı duvarları, tertemiz koridorları, yenilenmiş sınıfları ve dahası yeni Atatürk Köşesini görünce; “Bu bir rüya!” dedim. “Olamaz, bu kadar zamanda bunlar yapılamaz.”
Koşarak sınıfıma çıktım. Sıralar gülümsedi yüzüme. Zımparalanıp, cilalanmıştı. Başımı yukarı kaldırıp bakın, oracıkta kalakaldım: Yıllardır hayalini kurduğum projeksiyon tavana takılmış beni bekliyordu. Masamda çift işlemcili pırıl pırıl bir bilgisayar!
Bir nefeste diğer sınıflara koştum. Hepsinde projeksiyon vardı. Üstelik tüm sınıflar boyanmış, duvarlara fayans döşenmişti.
Teşekkür için odasına girdiğimde birkaç tane veli öğrenci kaydı için gelmişti.
İşlemlerin bitmesini bekledim.
Hemen arkasında Atatürk’ün şu sözü asılıydı: “Vatanını en çok seven, görevini en iyi yapandır!”
“Çalışmalarınızdan dolayı çok teşekkür ederim, müdür bey” dedim.
“Rica ederim. Biz ne yaptık ki?”dedi.
Okulun bahçe düzenlemesine değindi. Bahçe duvarı ile ağaçları orta kaldırım taşları ile çevirerek çiçek ekeceğini söyledi.
“Hangi çiçeği seversin Muhittin bey?”
“Kasımpatı” dedi arkadaşım. Demez olaydı. O benim çiçeğimdi.
Bir kaç gün içinde bahçede peyzaj çalışmaları başladı.
Okullar açıldığında yaz boyunca okulumuzun yaşadığı değişime velilerin de ağzı açık kalmıştı. Kimi; “Madem bu kadar iş yapılabiliyormuş, neden yıllarca beklenildi?” diye sitem bile ediyordu.
Müdürümüzün beş ayda yaptığı çalışmalar bölgemizde dilden dile dolaşmaya başlamıştı bile. Daha önce; “İki yılım dolsa da tayin istesem” diye düşünen arkadaşlar, teknoloji üssüne dönüşen sınıflarını bırakmak istemiyorlardı artık…
Sınırsız ve ücretsiz fotokopi imkânına kavuşmuştuk. Her öğrenci için sınıflara yapılan dolaplar sayesinde çocuklar çanta taşımaktan da kurtulmuştu
Dersleri internet ve projeksiyon destekli işliyorduk. Müthiş keyif vericiydi. Sunularla renklendirilen dersler artık sıkıcı değildi öğrencilerim için. Çünkü yüzleri gülüyordu. Verdiğinin alındığını görmekten başka ne mutlu edebilir ki bir insanı? Mutluyduk.
Sanıyorduk ki bu hep böyle sürecek…
Çiçeklerle donatılacak bahçemiz. Dört mevsim çiçeğe duracak okulumuz sanıyorduk.
Bir kara haber geldi. Yıkıldık…
Soğuk bir kasım günü, kasımpatılar açarken müdürümüz görevinden ayrıldı.
Masanın etrafına toplandık.
“Yemek söyledim arkadaşlar. Biliyorsunuz, ben buradaki görevimden ayrılıyorum, kısa bir değerlendirme yapacak olursam; okulun tüm imkânlarını sizlerim hizmetine sunmaya çalıştım. Bu arada kırıcı olduysam özür dilerim.”
Gelişiyle çiçeklenen gönüller yıkılmıştı üzüntüden.
Galiba en çok özgürlüğümüzü geri verdiği için sevdik onu. Tüm yetki ve imkânlarını bizim için kullanarak bize verdiği değeri göstermişti.
Yemekten sonra bahçeye çıktık. Onu yolcu edecektik. Çiçek tarhlarına baktı… Kasımpatılar açmıştı…
“Muhittin Bey” dedi, “iyi bak onlara.”
Muhittin Bey omzuma yaslandı, tutamadı kendini…
Bir anda kalabalığın ortasında kalmıştık. Öğrenciler: “Gitme! Gitme!” diyerek alkışla tempo tutuyor, veliler bir buket çiçekle teşekkür ediyordu.
Çiçeklerle gitti… Pırıl pırıl, örnek bir okul bırakarak geride.
Okulumuzun gülen yüzüne kasımpatıların hüznü düşmüştü.
Sınıfa döndüğümde projeksiyon perdesinde kasımpatılar sallanıyordu.
“Öğretmenim!” dedi Gürkan: “Ben bu çiçeği seviyorum!”
Kucakladım, öptüm onu.
“Ben de çocuğum, ben de…”
“Baharda her yer çiçek açar öğretmenim, önemli olan Kasım’da, kışa karşı açmak! Müdürümüz Mehmet Bey’den öğrendik bunu. Bu yüzden seviyorum kasımpatıları!”
O gün, öğrencilerimin çizdiği kasımpatılarla süsledik sınıfımızı.
Bir türlü akşam olmadı…
Himmet KARATAŞ