HİMMET KARATAŞ

Bir Varmış Bir Yokmuş

HİMMET KARATAŞ - Bir Varmış Bir Yokmuş

Eğitimde Yeni Anlayışlar

Bugün öğrencilerimizi tatile gönderdik. Bir süre okul bahçeleri ıssız kalacak.

Öğrencilerimize okuma, araştırma tavsiyelerimiz oldu.

“Tatili okuyarak geçirin” dedik.

“Kitap en iyi dosttur.”

Aynı şekilde biz eğitimcilerin de okuması gerektiğini biliyoruz.

Özellikle mesleki alanda yazılmış kitap, makale ve dergileri okumak, eğitim bilimi alanındaki güncel gelişmelerden haberdar olma açısından önemli.

Profesyonel eğitim anlayışına sahip öğretmenler, sonun çözmede ve hedef davranış kazandırmada fark yaratırlar.

Çünkü girdisi değişken bir sistemdir eğitim. Bilimsel gelişmeleri anlık takip eden bir sistem /veya birey/ sürekli yenilenerek güç kazanır.

Birkaç örnek vermek gerekirse, “disiplin” deyince aklımıza hep “yaptırımlarla çevrilmiş kısıtlı bir durum” aklımıza gelir. Türk Dil Kurumu disiplini şöyle tanımlıyor: “ Kişilerin içinde yaşadıkları topluluğun genel düşünce ve davranışlarına uymalarını sağlamak amacıyla alınan önlemlerin bütünü.”

Bekir Onur ise: “ Çocuğun gelişmesinde büyükler tarafından örgütlenen bir yaşam düzeni” olarak tanımlamaktadır.*1

Eğitim çalışanlarının günlük dilinde: “Sınıf disiplini, okul disiplini, çalışma disiplini…” gibi söylemlerle yer aldığı gözlenmektedir.

Bir dersin hedeflenen bir şekilde işlenmesi için “sınıf disiplini” gerekir…

Fakat bu disiplin çoğunlukla tek taraflı, öğretmen merkezli bir sınıf kontrolü olarak algılanmaktadır.

Oysa çağdaş eğitim anlayışına göre bu sınırlama tek taraflı olarak yeterli değildir. Hedeflerin kazanılmasında etkili olabilecek bir yöntemde “espri ve öğrencilerin gülmesi” varsa; bu da bir disiplindir. Çünkü öğrenmeyi etkin kılmaktadır.

Öğretmenin yüksek sesle, sık sık: “Susun!” uyarılarıyla sağladığı “sessizlik” disiplin değildir. Aksine eğitim ortamında tek taraflı bir “iletişimsizlik” oluşturacağından disiplinsizliktir…

Disiplin çocuğa hayatın kurallarını öğretmektir, onu rencide etmek değildir.

Diğer yandan okullarda meydana gelen “disiplin” olaylarında verilen “ceza”lar, bir başka öğrencinin aynı disiplinsizliğe girmesine engel olamamaktadır. Gelişim çağına göre “birey olarak kendi varlığını çevresine ispat etme kaygısında” olan çocuklar için arkadaşlarının huzurunda cezalandırılmak, kendi varlığını çevreye ve öğretmene duyurmaktır.

Nitekim okullarımızda bu tür öğrenciler karşımıza çıkmaktadır.

Disiplini bir yaptırım aracı olarak değil de, bir eğitim aracı olarak algılamak daha verimli olmaz mı?

“Bu bağlamda disiplin ikiye ayrılıyor: Kişinin kendi kendine uyguladığı disiplin (self-imposet) ile başkaları tarafından kişiye empoze (imposet) edilen disiplin.

Öğrenciyi “kendi iç kontrol” mekanizmasına bağlayacak, sorumlu bir birey olarak yetiştirmeye yönelik tutumlar “eğitimde hür disiplin” dediğimiz olguyu doğuracaktır.

“Hür disiplinin amacı çocuğu sıkı kontrol altına almaktan ziyade gönlünü kazanmaktır. Onlarda öz denetim mekanizmalarını geliştirmektir.”*2

İnsan beyni üzerine yapılan bilimsel çalışmalar; bireyin ilgi, istek, algılama ve öğrenme biçimlerini bilimsel olarak yenilemektedir.

Dinamik bir sistem olarak eğitim, kendinden başlayarak bireyi ve tüm toplumu değiştirme gücüne sahiptir.

Bu nedenle Atatürk: “Eğitimdir ki bir milleti ya hür, bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatır; ya da milleti esaret ve sefalete terk eder.” demiştir.

Himmet Karataş

*Kepez’de Eğitim Bülteni  (27 Haziran 2010) yayımlanan yazı.

——————————

*1- Onur, Bekir, (1979) “Disiplin Kavramı” Eğitim ve Bilim Ted. Ankara s.25-28

*2- Şengül, Tuba.( 2005)  “Geleneksel ve Çağdaş Eğitim Anlayışında İlgi ve Disiplin” Milli Eğitim Sayı:166

2050’li Yılların Gençleriyle Sohbet

2050’lerin gençleriyle dolu dolu bir kaç gün.
Evet, 20 yıl sonra bayrağı bizden çoktan devralmış olacaklar. Güzel ülkemin pırıl pırıl çocukları. Sizler için ne yapsak hep bir eksik..
Dilimizin Zenginlikleri Projesi kapsamında Kepez’de son bir ayda 3000 den fazla  anasınıfı ve 1. Sınıf öğrencileriyle masal okuyup anlattık, şiir okuduk; söyleştik. Mutlu Orman Masalları setimizin 3. kitabı olan Panda Miko’nun Maceraları anasınıflarına, Tavşan Kral ise 1. ve 2. sınıf öğrencilerine dramatize edilerek sunuldu. İnanılmaz heyecan vericiydi. Keyifli bir geleceğe yolculuktan kalanlar…
  

Dondurma Ağacı’na Çıkan Çocuklar / M.Ali Özdoğan*

Türk şiirinden çocuk imgesini çekip çıkarırsak şiirimizin tatsız tuzsuz bir hale döneceğini söylersek abartmış olmayız. Her şair, duygularını anlatmak için illaki çocuk imgesinin saf ve temiz doğasına ihtiyaç duymaktadır. Söz gelimi Dağlarca’nin, Turgut Uyar’ın, Sezai Karakoç’un, Zarifoğlu’nun, İsmet özel’in şiirlerinde çocuk, güçlü bir anlatım aracı olarak karşımıza çıkmaktadır. Karakoç, balkonun Türk kültürüne yabancılığını; Turgut Uyar, aile ve huzur ilişkisini, İsmet Özel, umudu ve savaşı çocuk üzerinden anlatmışlardır. Şiirdeki çocuk vurgusuna örneklemek için bu isimlerin yarana yüzlerce örnek yazılabilir.

Çocuk metaforu, birçok edebi eserde kullanılmış olsa da çocuk üzerine kurulmuş bir müstakil edebiyatın geçmişi çok eski değildir. Bugün, çocuğun kültür endüstrisinin bir tüketim enstrümanı olarak kurgulanması nedeniyle masal, hikaye, öykü, şiir alanlarında sayısız eser piyasaya sürülüyor. Kitle ileştişim araçlarından enformasyon bombasına tutulan anne babalar, sosyal medya uzmanlarının yönlendirmesiyle çocuk kitapları pazarında kaybolup gidiyor.

Çocukların şiirle buluşmasını engelleyen, onların şiir algısını sınırlayan, kısırlaştıran çeşitli faktörler bulunmaktadır. Ülkemizde insanların kitapla kurduğu zayıf bağdan en fazla şiir etkilenmektedir. Çocuk kitapları üzerine ciddi bir müktesebat oluşsa da çocuk şiiri türündeki eserler yeterli sayıda değildir. Öte yandan çocuk kitapları alanında piyasaya sürülen sipariş kitaplardaki kalite eksikliği ciddi bir sorundur. Yine belirli günler ve haftalar için yazılmış, kutlamalarda alelacele okunan metinlerin onların şiir anlayışına yerleşmesi çocukların şiirle sahici bir bağ kurmasının önündeki engellerden bir diğeridir.

Çocuk merkezli üretilen her ürüne dünyada ve ülkemizde ciddi talep var. Milli Eğitim Bakanlığı da ebeveynlerin çocuk kitapları konusunda kaybolup gitmemesi için çeşitli türlerde kitap basımına öncülük etmektedir. Onlardan birisi de çocuk şiirleri alanındaki kitaplar. Masal ve hikâye türündeki kitaplar kadar ilgi görmese de MEB, Eğitimci Himmet Karataş’ın Dondurma Ağacı isimli kitabını yayımlayarak çocukların şiirle buluşması için önemli bir adım attı.

Himmet Karataş’ın Dondurma Ağacı isimli eseri çocukların şiirle bağ kurması için önemli bir fırsat. Şiirlerin görsel anlatımına destek olmak için kitap Hüseyin N. Güleroğlu tarafından resimlenmiş. Karataş’ın kitabında 19 şiir yer almaktadır. Ö-Dev, Tek İsteğim, Kuzum, Kedim, Köpeğim, Dondurma Ağacı, Akıllı Telefon… Şiir başlıklarında ve şiirlerin içeriğinde çocukluk dönemine has ben dilinin izlerinin olduğu görülmektedir. Zira çocuğun şiirle ilk temas kurduğu noktanın şiir başlığı olduğunu kabul edersek Dondurma Ağacı’ndaki şiirlerin çocukların dünyasında karşılığı olacağım söylemek mümkündür.

Çocuk şiirinde aranılan özelliklerden birisi şairlerin sezgisini şiire yansıtmasıdır. Karataş, şiirde sezgi gücünü iyi kullanmaktadır. Çocuğun bir obje, olay ya da durumla karşılaştığında göstereceği çocuksu tepkiyi yazar, şiirlerine yansıtmaktadır. Çocuk şiirleri genelde kısa mısralardan oluşmaktadır. Dondurma Ağaa’nda da şair, en hayati meseleleri sözü uzatmadan en saf haliyle dile getirmektedir. Yazar, sezgi dünyasında çocuklarla buluşarak onlarla çocuklan ilgilendiren konulara aynı noktadan bakmaktadır. Şiiri hem kısaltmak hem de onu yalın bir dille anlatabilmek için derin bir düşünme eylemine gereksinim olacağım hatırlatalım.

Kitabın ilk şiiri Ö-dev başlığım taşıyor. Şair, pedagojik mesajlar içeren şiirinde eğitim sisteminin en tartışmalı meselesini dile getiriyor. “Çantan çok ağır diyor, / Babam her defasında./ Bilmiyor ki/Kocaman bir dev taşıyorum/ Gözleri başının üstünde/ Ödev” . Şair, Türkiye’de özellikle ilkokul çağındaki çocukların ağır çantalarla okula gitmesinin onlar üzerinde yaratacağı fiziksel tahribatın yanında çocuklarda ev ödevleri nedeniyle meydana gelen ruhsal tahribata da dikkat çekmektedir.

Günümüz modern toplumundaki aile yapısındaki çarpıklıklara Karataş, gözünü kapatmamıştır. Teknoloji bağlantılı aile içi kopuklukların en büyük mağduru kuşkusuz çocuklardır. Aile bireyleri teknolojik aygıtlarla kurduktan dünyalarında bir başlannayaşamaktadır. Bu ortamda ise çocuk dışanda kalmaktadır. Karataş, Baba Beni Dinle başlıklı şiirinde bu durumu çocuğun gözünden aktarmaktadır. “Bana balon alma baba./Şeker de istemiyorum artık, / Yeni Elbise de./Bir tek şey istiyorum senden:/Beni dinlemeni/ Maç imlemek için ne çok zamanın var babacığım./ Ne olurdu bir saat de/ Benimle oturup konuşsan/ Bak okuyabiliyorum artık/ Yayabiliyorum hayallerimi”. Öte yandan annenin de televizyon nedeniyle çocuklarıyla bağlantısı kopmuştur. Bir çocuğun Tek isteğim dediği şey,pembe dizileri izlerken gülüp ağlayan annesinin çocuğunun kendisinden bir isteği olduğunda onu kucağına alıp gülmesidir. McLuhan’ın teknoloji insanın uyantısıdır, sözü bugün tersine dönmüş durumdadır. Özellikle akıllı telefonlarla birlikte insan, teknolojinin bir uzantısına dönüşerek özne olma kabiliyetini yitirmiştir. Karataş, Akıllı Telefon şiirinde “Akıllı telefonu var ağabeyimin./ Hiç konuşmuyor,/ Ağlamıyor. Ne yapıyorsa/ Sevdirmiş kendini/ Hep el üstünde tutuluyor!” dizeleriyle de çocuğun aile içindeki yalnızlığının sesi olmaktadır. Oysa şaire göre konuşmak ve ağlamak insani bir eylemdir. Henüz ikinci çocukluk ya da ilk gençlik döneminde akıllı telefonlar tarafından esir alınmış bir neslin konuşma ve ağlama duygularından uzaklaşması düşündürücüdür. Çocuk şiirlerinde sıkça yapılan hatalardan birisi nostalji tuzağına düşmektir. Şairler, bugünün çocukluğundan ziyade kendi çocukluğunu anlatır. Oysa bugünün çocuklan ile dünün çocuklan arasında ciddi farklar vardır. Bana göre çocuk şiirleri büyükler tarafından okunsa da onlan kendi çocukluğuna götürmek gibi bir iddiası olmamalı. Dondurma Ağaa’ndaki şiirlerde nostaljiye yer verilmez. Söz gelimi şair, çocukların yarına dair bir hayalini dile getirir. Uyaya Çıkan Asansör gibi. Çocuk şiiri alanında eser veren şairler, illaki gökyüzü ile ilgili bir şiir yazmıştır. Çünkü gökyüzü; uçurtma, kuş, balon, yağmur, kar, güneş demektir. Bu kelimeler olmadan çocuk şiiri türünde yazılacak bir kitabın eksik kalacağını söyleyebiliriz. Bu unsurların çocukların dünyasında ayrı bir yeri vardır. Çocukların sevdiği şeylerin şiirdeki varlığı, çocuk için şiiri ilgi çekici hale getirecektir. Söz konusu kelimeler üzerine inşa edilen şiirleri bu açıdan değerlendirebiliriz. Bu bağlamda Dondurma Ağacı’nda çocuklann hayal gücü ile şairin imge gücünün çocuksu bir atmosferde bir araya geldiğini söyleyebiliriz. Örneğin Çocuk Bayramı (s. 10) şiiri gökyüzü, mavi, kuşlar, anne, güneş kelimeleri ile oluşturulmuştur. Büyüdüm Ben (s.20) şiiri de benzer kelimeler etrafında yazılmıştır. “Senin güzelliğinden/ bir gökyüzü yaptım anne./ Bütün çocuklar büyüsün diye/ Neşeli bir güneş çildim./ Büyümden onlar/ Hiçbir masala sığmadılar.” Çocuk şiirinin bir başka noktası soyut olguların somutlaştırılarak anlatılmasıdır. Bunun için şairin hayal gücünün devrede olması gerekmektedir. “Bizim evin önünden/ otobüsler geçer/ Şarkılarla, türkülerle./ Kuşlar geçer sonra/ Bisşim evin önünden./ Satıcılar, pastacılar/ Ve kelebekler geçer…” Bir büyük gözüyle bakıldığında evin önünden geçen otobüs, satıcı ve postacının fark edilmesi mümkünken kelebeklerin ve kuşların böyle bir kompozisyon içinde fark edilmesi kolay değildir. Yine Akdeniz şiirinde olduğu gibi soyut duygular somutlaştırılarak verilmektedir. “Açtım kollarımı,/ Sana koşuyorum./ Maviye boya/ Bütün umutlarımı.” Çocuklann gelişimsel özelliklerinden birisi de isteklerini ve düşüncelerini tekrar etmesidir. Elbette çocuklar için yazılan eserlerin de dil ve düşünce bakımında çocuğun gelişimsel özelliklerini yadsıması düşünülemez. Himmet Karataş’ın kitabının genelinde şiirlerde tekrarlar yapılarak hem akıcılık hem de anlatılmak istenen düşüncelerin berrak bir zemine oturması sağlanmaktadır. Bu haliyle okuru şaşırtan, çocuğun hayal dünyasına ve dil gelişimine katkı sunan kitap, çocuk şiirleri alanında önemli bir eser olarak literatürde yerini alacaktır.

Dondurma Ağacı, Himmet Karataş, MEB Kültür Yayınları

* Mahalle Mektebi Dergisi Sayı 71, Mayıs Haziran 2023

Dondurma Ağacı / Çocuk Edebiyatı Şiir

Çocuklar için yazmış olduğum ve defalarca okumaktan keyif aldığım şiir
lerim Dondurma Ağacı adıyla MEB Kültür Yayınları arasından meraklı okurlarına ulaşmayı bekliyor. MEB Destek Hizmetlerinin paylaşımı şöyle:
“Destek Hizmetleri Genel Müdürlüğü olarak, kitabı ve okumayı eğitimin destekleyici bir parçası değil, asli unsuru olarak gören bir anlayışla yayın sayımızı ve çeşitliliğini her geçen gün daha da artırmaktayız.
Okuyucularımızın zengin ve kaliteli içeriğe sahip kitaplara ulaşabilmesi, okul kütüphanelerinin nicelik ve nitelik açısından desteklenmesi için “Eğitim Yayınları”, “Türk Edebiyatı” ve “Çocuk Kitapları” dizilerinde on bir adet eserin basımı gerçekleştirilmektedir. Basımı tamamlanmak üzere olan bu eserler en kısa zamanda tüm okuyucularımızın istifadesine sunulacaktır.
Eserlere https://www.kultureserleri.meb.gov.tr adresinden ulaşılabilir.”

4. Kepez Kitap Fuarından Kalanlar


4. Kepez Kitap Fuarında güzel bir günü geride bıraktık. ” hayykitap ” standında imza günü etkinliğimize katılan çok değerli kitap dostlarıma ve 7’den 70’e herkese teşekkür ederim.

 

Haki Yeşil Gömlek / Hikaye

Nicedir haki yeşil bir gömlek alacaktı.

“ Üzerimde nasıl durduğuna bakıp bana yardımcı olabilir misin? ” demişti.

İşler güçler derken epey bir aradan sonra vakit bulabildik.

Sisli bir kasım günü.

İçinde onlarca butik dükkanların olduğu alış veriş merkezinin önünde tur minibüsleri dikkatimizi çekiyor.

Tüketim turizmi de vardı demek.

Hes kodu, ateş ölçümü alıştığımız sıradan işlemlerdi artık. Tıpkı maske gibi.

“Maske takmak iyi oldu aslında.” dedi. Durup “Ne diyorsun?” der gibi baktım.

“İnsanları daha iyi anlıyorum. Maskeli yüzleri daha sevimli geliyor. Yalnızca gözleriyle kurduğum temas bana yetiyor.”

Haklıydı. Uzun süre maskeli gördüğümüz bir insanı, çay içmek için maskesini indirince farklı biriymiş gibi bir kırılma yaşadığımız anlar olmuyor değildi. Maske takılmadığı zamanlar insanların sözlerine daha çok önemsiyor ve çoğunca yanılıyordu insan. Karşısındakine kolay güvenen bir karakteri vardı. Belki de bu yüzden iş yerinde, kardeş bildiği arkadaşlarından, üyesi olduğu sendikadan ihanetin her türlüsüne maruz kalmıştı. “Dostluğun da düşmanlığın da bir ahlakı olmalı.”diyordu.

Salgın başladığından beri alışverişe çıkmamıştık nerdeyse.

Fiyatlar çok değişmiş.

Raftaki uzun kollu gömleklere odaklandık.

Haki yeşil istiyordu.

Uzanıp aldı.

“Kumaşını eliyle yokladı. Yaka numarasına göz attı sonra. Renkte zaten kararlıydı.

Deneme kabininde giyinip çıktı.

“Nasıl?”

Aynası bendim onun.

Aynalara güvenmemesinin bir nedeni olmalıydı. Bunu benim fark ettiğimi biliyordu sanki.

“Tam sana göre” dedim. “Omuzlar, kol, bel… Süper. Yakıştı ha!”

Gülümsedi. Gözlerinden ve maskedeki küçük kıpırtıdan yayıldı o sıcaklık.

Pazarlık yapmadı. Yapamazdı. Etiket fiyatı o malın ederi neyse o olmalıydı. Kimse fahiş bir fiyat yazmazdı ona göre. Başka türlüsü aldatmaya girerdi.

Gece mi gündüz mü pek anlaşılmayan ışıklardan yorgun düşen gözlerimiz kapıları arıyor. Fotoselli kapıdan dönerek çıkıyoruz.

Telefon geldi. Sağlık Bakanlığı.

Temaslıydı. Canı sıkıldı.

“Gidelim !”dedi. Ev hapsinde okuyacağı kitaplardan bahsetti arabada.  Tolstoy hayranıydı.

“Ivan İlyiç’in Ölümü’nü tekrar okuyacağım “, dedi. “Telefonu da kapatsam iyi olacak bir süre. Alışkanlıklarım değişiyor, yorgun düşüyorum.”

“Hadi geçmiş olsun, üzme kendini. Ne olursa olsun moralini bozma e mi?”

Adımları ne kadar naifti…

Arkasından uzun süre baktım. Neden bilmiyorum içimde tarifsiz bir tuhaflık vardı. Böyle ansızın insanın gırtlağına çöken bir ağırlık…

Günlük vak’a sayıları,  aşı konusundaki dünya gündemi, kira fiyatlarındaki artış, kredi kartının hesap kesim tarihi, salı pazarından alınacaklar listesi, yeni mobilyaların seçimi, ev taksidi ve ertelenen onca eş dost akraba ziyareti.

Haftalar ellerimde ufalanıyor “demişti, Atilla ilhan.

Öyle oldu. Artık hiçbir şeye yetişemiyordum.

Sanki yıllar geçtikçe gök kubbe çaresizlik olarak kapaklanıyordu insanın üstüne. Alçalan bir gök altında, sade bir sonbahar hüküm sürüyordu.

Yine de insan her şeye alışıyor, iş hayatının kuru gürültüsüne kapılıp gidiyor.

Hatta dost bildiklerinin ihanetlerine bir dalgakıran gibi göğüs germeye de alışıyor.

Her zamanki gibi yorgun, düşünceli eve dönerken, şu üç günlük dünyada insanların birbirinin kanını emercesine ihanete, hırsa, yalana, iftiraya kapılıp gitmelerine bir türlü anlam veremiyordum. Haydi karşındakini yalanla dolanla aldattın. Ya her şeyi bilen, gören, her şeyden haberdar olan Allah’ı? Ruz-i mahşerde nice olur halin, düşünmez misin?

İyice dalmış olmalıyım ki aniden yola çıkan bir genç çöp konteynırı ile arabam arasında kıl payı tutundu. Eski branda ile çevreleyip büyüttüğü el arabasında topladığı plastik atıklar vardı. Göz göze geldik. Haki yeşil gömlek takıldı gözlerime. “Abi biraz yavaş ol” der gibi baktı. Tam arabasını omuzlayıp çekecekti ki:

“Gömlek güzelmiş,” dedim.

Ensesi güneş yanığı genç, yarı mahcup, gülümsedi. El arabasının küçük tekerini ayak ucuyla iterek:

“Geçen gün komşular getirdi.” dedi. “Rahmetli hiç giyememiş.”

 

Balkondaki Ağaç / Çocuk Edebiyatı Hikaye

Şehrin kenar mahallesinde bir apartmanın beşinci katında yaşıyorlardı.  Apartmanlar, okulda tek sıra olmuş çocuklar gibi yan yana duruyordu. Yüksek binaların arasında bir boş arsa vardı ve ağaçlarla doluydu. Balkondan bakınca görünen bu ağaçlar, çevredeki tek güzellikti. Gölgesinde köpekler uyur, çocuklar oyun oynardı.

Bir gün annesi balkona büyük bir saksı getirdi. Bir çam fidanı dikti. Evdekiler Ömer dışında  buna karşı çıktı ilk başta.

– Balkonda ağaç mı olur? Hem kuvvetli rüzgâr onu yaşatmazdı.

-Kokusu, gölgesi lazım bize, dedi annesi. Ağaç demek temiz hava demekti. Bu ağaç burada büyüyecek!  Ömer elleriyle doldurdu saksıya toprağı.

-Marketten toprak alacağım aklıma bile gelmezdi, dedi annesi. Can suyu verdiler.

Ömer, küçük çam ağacına en çok kuşların konmasını istiyordu.

-Beraber şarkı söyleriz anne, dedi. Ben her sabah onların şarkısıyla uyanıyorum. Çok neşeliler.

Kuşlar her sabah evlerinin yanındaki boş arazideki andız ağaçlarına konuyor, oradan şarkı söylüyorlardı.

Ömer serçeleri göstererek:

-Anne bu kuşlar neden bizim balkonumuzda gelmiyorlar? diye sordu.

Annesi müşfik bir tebessümle oğluna baktı. Yanağını okşadı.

-Çünkü yuvaları o ağaçlarda. Onların da bizim gibi yuvaları, yani evleri var. Hatta yavruları da…

Ömer, yavru kuşları düşündü. Yavruların da ayrı odası var mıydı? Acaba onlar da ana okuluna gidiyor muydu? Uçmayı, yiyecek toplamayı nasıl öğreniyorlardı?

-Kuşlar resim yapmayı sever mi anne? dedi.

-Onlar uçarken resim yaparlar oğlum dedi, annesi gülümseyerek. Tıpkı senin gülüşün gibi.

Aradan günler geçti. Çam ağacı boy verdi. Dallandı, büyüdü.

Bir sabah büyük bir gürültüyle uyandı Ömer. Karşıdaki ağaçların olduğu arsa kepçe ile kazılıyordu. Ağaçlar kesilmiş, kökleri sökülmüştü. Her yer toz duman olmuştu.

Anne! dedi Ömer, kuşların evlerini yıkmışlar.

Birlikte göğe baktılar. Çok yükseklerde dönüp duran kuşlara…  Sonra yerle bir olan ağaçlara, yuvalara…

O gün akşam balkondaki çam ağacına iki kuş geldi. Gagalarında kuru otlar vardı.

-Anne bak, dedi Ömer. Kuşlar artık bizim ağacımıza geldi!

-Evet, dedi annesi titreyen sesiyle. Oğluna sarıldı.

– Başka gidecek yerleri kalmadı ki…

BALKONDAKİ AĞAÇ (SAYI 3)

Mutlu Orman Masalları

Çocukluğumuzun unutulmaz anlarında hep bir masal vardır. Hayal gücünün bilgiden çok daha önemli olduğu günümüzde, 5-10 yaş arası için eğlenceli okuma ve dinleme etkinlikleri için şiir diliyle yazılmış bir masal demeti bu…

Kahramanlarını çocukların seçtiği bu masallar, bir çocuk kalbi hassasiyetiyle yazıldı. Onların gözünden tavşan, kaplumbağa, papağan, sincap, panda, mirket gibi sevimli kahramanlarımız ayrı ayrı yeteneklerini ortaya koydular. “Ürkek, korkak bir tavşandan kral mı olur?” demeyin. Bakın neler yapıyor… Çünkü resmin bütününe bakan çocuk kalbi, biz yetişkinlerin fark edemediği nice güzellikleri bulup önümüze koyuverir. İşte bu bakışı, çocuğun masum dünyasını yansıtmak amacıyla yazılan Mutlu Orman Masalları, aynı zamanda yetişkinlerin de keyifle okuyabileceği bir masal demetidir.

Mutlu Orman Masalları’nı Neden Okumalı, Okutmalıyız?

  • Bizi biz yapan Anadolu’nun mayası değerlerimizin çocuklarımız tarafından da özümsenmesi, kolay özdeşim kurabildikleri hayvanların yaşantılarıyla sunuluyor.
  • Dürüstlük, liyakat, farklılıklara saygı, yardımlaşma ve vefa gibi kadim Anadolu kültürü Dede Korkut Hikâyeleri’nden, Keloğlan Masalları’na kadar zengin kaynaklarımızdan beslenerek sevimli kahramanlarla çocuklarımıza aktarılıyor.
  • “Her çocuk özeldir” duyarlılığı ile yazılan bu masallarda bireyin toplum içinde varlığı, vazgeçilmezliği ve doğal yaşamın kıymeti kuvvetle vurgulanıyor. 

Bu yüzden Mutlu Orman Masalları, 5 kitaptan ve farklı masallardan oluşan bir Masal seti. Çocuklarımıza okumayı sevdirecek şiirsel diliyle  bilinen masallardan farklı bir pencere açıyor önümüze…

Online satış mağazalarında

Kitapyurdu mağazasında

 

 

Niçin Masal*

“Hayal gücü bilgiden daha önemlidir”                                                                                  Einstein

Önce masal vardı.

Sonra yaşandı her şey.

Bir Anka kuşunun kanatlarında uçup giderken çocukluğumuz, eski bir düş gibi öylece kaldık hayatın ortasında. Aramaklı gözlerle geçtik sokaklardan. Yorgun bir günün sonunda, akşam karaltısıyla buğulu bir pencereden bir ses duysak:

“Bir varmış, bir yokmuş,

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde,

Pireler berber iken, develer tellal iken…”

Nasıl bir rüzgâr geçer içimizden, külleri Kaf Dağına kadar savrulan?

Hangimiz yolu çocukluğuna çıktığında,  bir masal anısıyla karşılaşmaz?

Katlanmış yorganların naftalin kokan ağırlığı bile uçar giderdi pencereden. Kanatlanan yüreğimiz köyden uzaklara uçar, harman yerlerine konaklardı. Nerde bir büyük ağaç görsek kovuğundan bir Keloğlan çıkacaktı, ya da bir kurt; gözlerinde son kıştan kalma bir ayazla karşımıza dikiliverecekti. Ya da ninemizin o mavi çaydanlığı, kömürde demlenirken çıkan buhar acaba gökyüzüne çıkıp  “dile benden ne dilersen!” mi diyecekti?

Masallarla iç içe geçen çocukluğumuzda , daha sonra kaşımıza çıkacak her türlü güçlüğü yenecek kadar güçlendik aslında. Hayal kurduk, gerçekler elimizde kaldı.

Masalların yüksek raflara kaldırıldığında ise yorucudur çoğu zaman günlük hayat…

Şairin dediği gibi “insan bir akşamüstü ansızın yorulur.”

“Bana bir masal anlat baba” sesiyle dalar derin denizlere…

Yani masal, dört duvar arasında küçük bir pencereden görünen mavi gökyüzü gibi umut ışığıdır.

İnsanoğlu binlerce yıldır yaşadığı dünyanın dışında başka bir hayatın varlığını düşlemiştir. O başka hayat belki de olmazların olduğu o düşler ülkesidir. Yani masallardır. Doğuştan iyi ve dürüst olan insanoğlu bu hazineyi büyüdükçe kaybetme tehlikesiyle karşılaşır. Ve her yanılgıda biraz daha sarılır masallara. Çünkü orada er geç iyiler kazanır. Bu yüzden günlük hayatta karşılaştığı güçlükleri, iyilikleri, kötülükleri kendinden sonraki nesillere masallarla anlatmayı seçmiş bir toplumun ferdi olarak ezberimizde bir kaç masal vardır.

Hayatımızı kolaylaştıran, insanlığa çağ atlatan bütün buluşlar, bilim ve teknolojideki ilerlemeler hep hayal edilenlerden elde kalanlar değil midir? Herkes tarafından kabul gören bir görüş de bütün hakikatlerin hayallerin artığı olduğudur.

Dünyamız hızla değişiyor ve dönüşüyorken “ bilgi ” neredeyse yerini hayal gücüne bırakmıştır. Hayal gücümüzün en etkin olduğu dönemde çocukluk dönemi ve masal çağıdır. İşte bu yüzden masal deyip geçemeyiz. Teknolojik kuşatma altında çocukların hayal kurma, kendi yeteneklerini keşfetme hakları da tehdit altındadır. Masal dünyası çocuğun içsel dünyasına hitap ettiğinden bu dünya çocuğa zevkli ve cazip gelir. Çocuk bir anda kendini masal dünyasında bulur ve orada yaşamaya başlar. Masal kahramanları ile kolaylıkla  özdeşim kurabilen çocuk daha çok iyiliğe meyilli bir kişilik geliştirir.  Bu başlangıç gelecek için büyük bir adımdır. Masal ile çocuk kendini anlamaya, başkalarına saygı ve sevgi duymaya, empati kurmaya başlar. Bu nedenle çocuk ve masal ilişkisi önemlidir. Masallar aynı zamanda çocuğun ana dilinin gelişimi için de zengin fırsatlar tanır. Atasözleri, deyimler, ikilemeler, uyaklar, benzetmeler gibi dilin incelikleriyle donanmış zengin masallar, çocuğun ana dilinin ve hayal gücünün gelişimini sağlar. Ayrıca kelime hazinesini geliştirir, dinleme-anlama becerisine katkıda bulunur, olaylara farklı açılardan bakmayı öğreterek yaratıcılığı ve merak duygusunu geliştirir. Kendini ifade edebilme becerisi gelişir. Okuduklarını, dinlediklerini yorumlayabilme ve analitik düşünme gücü gelişir. İleride gelecek akademik ve bireysel başarıların temeli atılmış olur böylece. Masal mutlaka çocuk gelişiminin her evresinde olması gereken önemli bir araçtır. Günümüzde çocuklar, ailede ve çevrede sürekli olarak telefon, tablet kullanma baskısıyla karşı karşıyadır. Çevresindekileri öyle görmektedir. Geleceğimizi tehdit eden obezite kadar tehlikeli bir durumdur bu. İlk yapılacak iş, çocuğun en sevdiği şey, oyun ve hayal gücü çalışmalarıdır. Büyük insanlar çocukluk dönemlerine bakıldığında, yoksulluğu, zorlukları en yalın şekliyle yaşadıkları görülür. İmkansızlıklar içinden bir dev gibi yükselirler. Çünkü hayal güçleri de o ölçüde gelişmiştir.

Kontrollü, dijital bir hayattan, bağımsız; kendi içinde sınırsız bir yolculuğun dünyası masal ile mümkündür.  Hayat boşluğu sevmez. Çocukluk çağında masallarla büyümüş bireyler üstün empati ve hayal güçleriyle içinde bulundukları ortamlarda hep öne çıkarlar. İş ve sosyal hayatları başarılarla dolu olmaya adaydır. Neden mi? Çünkü hayallerinin peşinde, kendisiyle barışık ve toplumsal değerleri küçüklüğünden özümsemiş kişilere bir bakın… Öyleyse Milli Eğitim bakanlığımızın son yıllarda  “Gerçek, masalla inşa edilir; gerçek, hayalle inşa edilir.”diyerek başlatmış olduğu Anadolu Masalları Projesiyle tekrar öze dönüş, kendi hazinelerimizin keşfi yolculuğu çok anlamlıdır.

Himmet KARATAŞ